9 Mart 2009 Pazartesi

İstanbul baharı karşılamaya hazırlanırken....



İstanbul’ da havalar hala kışın izlerini taşırken bir yandan da baharı karşılamaya hazırlanıyor. Her insan yeni gelen bahar mevsimiyle birlikte kışın o ağır tortusunu ve yorgunluğunu atmaya ve kendisini yenilemeye ihtiyaç duyar. Mevsimlerden baharsa hele ki yaşadığın yer birde İstanbul olunca, böylesi eşsiz güzellikteki bir şehirde yaşamanında farkında olmalı insan! İstanbul’un baharı diğer şehirlerle kıyaslandığında apayrı güzelliktedir. Rengarenk açan laleleri, erguvanları, çam kokulu ormanları, dantel gibi işlenen koyları ve harika boğaz manzarasıyla, Kız Kulesi ve Adalarıyla, tarihi dokusu ve kültürel zenginliği yanında sanat merkezli konumuyla da çok özel bir öneme sahip özel bir şehirdir İstanbul.




Yarı puslu yarı kapalı seyreden bir hafta sonunda, genellikle evde film seyretmeyi tercih ettiğimiz rutinin dışına çıkıp eşimle farklı bir plan yaparak müzelere gitmeye karar verdik. Önceliğimiz ise daha önceden birkaç kez gitsek dahi ya restorasyondan dolayı ya da bazı bölümleri ziyarete kapalı tutulduğu için gezemediğimiz müzelere ayırmak oldu. Vaktimiz elverdiğince Sultanahmet civarında bulunan müzeleri; Ayasofya Cami, Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Yerebatan Sarnıcını dolaşma fikriyle yola koyulduk.


Bu arada Müze kartlarımızı da yanımıza alarak, uzun kuyruklarda beklenerek harcanan zamanın ve çok daha ekonomik olmasının avantajını yaşayarak birden fazla müze ve tarihi mekanı dolaşabilme şansına sahip olduk.




Sultanahmet’ e vardığımızda pek çok yerli ve yabancı turistle birlikte dolaşıyor olmak inanın insanı birden farklı bir boyuta sürükleyiveriyor. Arkamıza, muhteşem mimari özelliği ile Ayasofya ve Sultanahmet camisini alarak, eşimle birbirimizin poz-poz fotoğraflarımızı çekmek ve yabancı turistlerle aynı atmosferde olmak inanılmaz keyifliydi.


Her ne kadar hava yarı açık yarı kapalıda olsa, yaklaşan baharın o temiz kokusunu ciğerlerimizde hissetmek ve yeni bir şeyleri keşfetmenin yaşandığı yüzlerdeki o keyfi görebilmek çok güzeldi. Bu tarihi mekanları grup halinde gezerken, yerli ve yabancı farklı kültürlerden bir araya gelen insanlarla bir arada olmanın ortak coşkusunu hissetmemek mümkün değil. Birden bende kendimi birazda çocuksu bir sevinçle yerli turist gibi hissediverdim…

Ayasofya Cami


Ayasofya - İlk gezimiz başlangıçta bir kilise olarak inşa edilen ve Osmanlı döneminde; 1453 yılında İstanbul' un Türkler tarafından fethedilmesiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülen ve günümüzde müze olarak hizmet veren Ayasofya Müzesi oldu. Bir yanda İslamiyeti simgeleyen ve Kur' andan ayetlerin yer aldığı büyük levhalarla bezenmiş duvarlar, diğer yandan Kilise dokusunu muhafaza eden görünümüyle çok farklı mimari özelliği ile görülmeye değer yapıtlardan biri. Farklı dinlere mensup ama ortak inançta Allah için yapılan ibadette bir araya gelen insanlara tanıklık etmiş bu yapıda eşimle birlikte hatıra bir kaç fotoğraf çektirip hemen yakınında yer alan 2. durağımız olan Topkapı Sarayının bahçesine doğru yol aldık.



Topkapı Sarayı Müzesi

Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan ve Atatürk' ün emri ile 1924 yılından bu yana müze olarak kullanılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid’ in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. 700.000 m.² lik bir alanı kaplayan Topkapı Sarayı, Enderun, Birun ve Harem denilen üç ana bölümden oluşmaktadır.


Biz gezimize, İmparatorluk Kapısı olan ve dışarıda çok görkemli çeşmenin yer aldığı ana giriş kapısından yani 1. Avludan geçerek başladık. Geliş ve gidiş yolu olarak düzenlenen bahçelik bir alanda solda Aya İrini müzesi 2. Avludaki Devlet ve Hükümet işlerinin görüşüldüğü bölüme ordanda, Harem ve Silah Kolleksiyonu vede Divan Odası'nın yer aldığı bölümleri dolaşarak diğer bir odaya Sultan Elbiselerinin sergilendiği bölüme geçtik. Oldukça geniş ebatlarda dikilen ve göz kamaştırıcı taşlarla bezenmiş kıyafetler bir hayli ilgi çekiciydi. 




Dünyanın en zengin hazinelerinin sergilendiği "hazine Dairesi" ise Topkapı Sarayı' nın görülmeğe değer en muhteşem bölümüydü diyebilirim. Değişik yüzyıllardaki Türk mücevherat işçiliğinin şaheserleri, Uzak-Doğu, Hint ve Avrupa eserleri "Meşhur Kaşıkçı Elması" gibi pek çok değerli mücevheratlarla doğrusu gözlerimiz kamaşdı.


Gezimizin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne denk gelmesinin yanı sıra Mevlid Kandiline de denk gelmesi çok hoş bir tesadüf oldu. Kutsal Emanetler Bölümünü gezerken, bir yandan canlı olarak okunan ayetler eşliğinde gezinip bir yandan da Hz. Muhammed ve diğer Peygamberlere ait çok özel eşyaların sergilendiği bu mekanda olmak eşimle ikimizi inanılmaz etkiledi. Bir an kendimizi Kutsal topraklarda dolaşır gibi hani birazcıkda yarı Hacı oluvermişiz gibi hissediverdik. Şanslı bir gündeydik sanırım bu özel daire her zaman açık oluyor muydu? bilmiyorum. Ama görülmeğe değerdi doğrusu...Hemen yan bölümde ise yağlıboya tablolardan oluşan Sultan Portleri ve tek bir soyağacı altında toplanan tablo ile tarihte oldukça öneme sahip Sultanları karşımızda buluverdik. 4. Avludan bahçeye geçerek Bağdat ve Revan Köşklerine ve son yapı olan Mecidiye Köşküne girdik. Bağdat Köşkü'nün önündeki teras Haliç, Galata bölümü ve eski İstanbul'un kubbe ve minarelerinden oluşan eşsiz manzarası ile görülmeğe değer bir tabloydu. Hafif puslu ve sağanak yağışlı bir günde farklı bir hüzünle, Topkapı Sarayı gelen biz ziyaretçilere ev sahipliği yapıyordu. Terasdaki kamelyelerin önünde günün anısı hatıra fotoğraflarımızı çekerek Topkapı Sarayı gezimizide tamamlamış olduk.



İstanbul Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji müzesine ilk girdiğimizde karşımıza ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey'in büstü yer almaktadır. Müzenin kuruluşunda ve yapımında oldukça katkıları olmuştur. Osman Hamdi Bey'i şu meşhur "kaplumbağa terbiyecisi" isimli yağlıboya çalışması ile de hatırlayabiliriz. Koskocaman merdivenleri, yüksek tavanı ve eski ahşap basamaklarla üst katlara çıkılmasını sağlayan merdivenleri farklı bir mimari örneğiydi. Osman Hamdi Bey’in yoğun çabaları ile 1870 yılında Eski Eserler Kanunu çıkartılmış ve bu yasanın sonrasında eski eserler korunmaya alınarak Osmanlı dışına kaçırılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Müze; Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.




Benim en beğendiğim kısım hemen ana girişin solunda kalan bölüm bu bölümde, bir firavuna ait olan mumya, ve İskender lahti ile ağlayan kadınlar lahti bulunuyor. Ağlayan kadınlar lahti ise ayrı bir sanat eseri. Lahtin her yanında farklı şekillerde ağlamakta olan kadınlar gösterilmiştir. Kimi elini yüzüne kapamış, kimi bir duvara yaslanmış, kimi de eliyle ağzını kapamış şekilde ağlarken gösterilmişler. Bu lahtin önünden eşimle uzun süre ayrılamadık. Ve elbette böylesi anlamlı lahtin önünde hele birde 8 Mart Dünya Kadınlar Gününe denk bir günde fotoğraf çektirmeden olmazdı. Kadınların değişmeyen yazgısı " Yüzyıllardır hep ağlıyor kadınlar!" hemcinslerim olarak buruk bir iç sızısıyla bu lahtin yanından ayrılıyorum. Mumyayı da ilk gördüğüm anda oldukça etkilendim.



Hala sağlam kalabilmiş bedenin o kemik yığını hali insanı nasılda düşündürüyor. Yaşamın bir gün mutlaka son bulacağını ama hayatın başka bir boyutta süregelip gelmeyeceğini bilmiyoruz...Sonraki yaşamımızı hiç bilmiyoruz. Derin Konular bunlar ince konular her şeyi Allah biliyor! Yaşarken hiç ölmeyecekmişiz gibi geliyor. Önceliklerimiz hep görselliğimiz ve görünüşümüz oluyor. Oysa insanı insan yapan asıl unsur ruhu değil mi! Ruhumuz olmadan bir yığın kemikten başka hiçbir şey olamıyoruz. İşte bu düşüncelere sevk ettiği için bin yıllık mumyanın başında bir müddet kalakaldım. Çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eseriyle bugün dünyanın en büyük müzeleri arasında seçkin yerini koruyan ve sanki ruhlarıyla bizlere eşlik eden heykellerin arasında olmanın anlatılamaz hissiyle sürdürdüğümüz bir gezimizide sonlandırdık.



Muhteşem mimarisi ve eşsiz konumuyla önce Ayasofya Müzesi ve ardından Topkapı Sarayını son olarak da İstanbul Arkeoloji Müzesini dolaşarak yüzyıllar öncesine kısa bir tarihi yolculuk yaptık. Topkapı Sarayındaki gezimizi küçük bir dinlenme molası vererek muhteşem manzarasıyla saray bahçesinde konumlanmış Konyalı Restaurant Cafesinde geçirdik. Dolu dolu geçirdiğimiz günün yorgunluğunu, bir yandan çaylarımızı keyifle yudumlarken diğer yandan da gelecek haftaların planını yapıp, daha yeşil ve güneşli bir bahar gününde sırf fotoğraf çekmek üzere tekrar gelmeği takvimimize kaydederek bir günü daha tamamladık.

Bu arada bir müze kartı sahibi olmanızı kesinlikle tavsiye ederim.


İçinizdeki baharın hep çiçek açması dileklerimle...

Esin Bozdemir




İstanbul panoraması


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder