25 Aralık 2015 Cuma

Anselm Kiefer ve Savaş Yıkıntılarının İzdüşümü 'Margarete'

Senin Altın Saçların Margarete
Anselm Kiefer, Senin Altın Saçların Margarethe, 1981, Özel Koleksiyon
Ölüm Fügü  (Paul Celan) 
Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü / ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri / hiç durmaksızın içmekteyiz / bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor / Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan / hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete / bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor / köpeklerini çağırıyor ıslıkla / sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir / mezar kazdırıyor bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa (devamı burda)
Resim okumalarımın bugünkü ismi, çağdaş resim sanatının önemli isimlerinden dünyaca tanınmış ressam ve heykeltraş Anselm Kiefer ve çok özel yapıtı Margarete  (Senin Altın Saçların Margarethe )
Yapıt hakkında değerlendirmelere geçmeden önce,  Kiefer'in hayatına dair kısa bir  bilgi vermek istiyorum. Çünkü her sanatçı ortaya koyduğu yapıtlarında, içinde bulunduğu toplumun sosyo-ekonomik ve çevresel faktörlerinden etkilenmiştir.. Bu yüzden Anselm Kiefer’in  eserlerini daha iyi analiz edip okuyabilmek ve anlayabilmek için buna gereksinimimiz vardır. 
Kiefer, 1945’te, bombaların yağdığı Almanya’nın güneyindeki Donaueschingen kentinde üstelik Adolf Hitler’in intihar etmesinden ve Almanya tarihinde “sıfırıncı saat” olarak isimlendirilen andan kısa bir süre önce dünyaya gelir.  Babasının bombardıman gürültüsünü duymaması için kulaklarına balmumu tıkadığı sanatçı, savaşın neden olduğu yıkıntıların kuşattığı bir çocukluk geçirir. Üniversitede hukuk eğitimi alır ve daha sonra resim sanatına yönelir. 
Sanat hayatının önemli bir kısmında, içinde doğduğu toplumun işlediği suçları sorgulayıcı işler gerçekleştirir. Yaşadığı çağın sancıları, harabeye dönmüş topraklarının onda yarattığı derin yaralar, yüreğindeki fırtınalar doğaldır ki tüm yapıtlarına yansıdı. Eleştirel bakışı ve karşı duruşu tahmin edeceğiniz gibi, kendi ülkesinde oldukça tepki çekti, sanatçı bu yüzden Almanya'dan ayrılarak uzun zamandır Fransa'da yaşamanı sürdürmektedir.  Çağdaş resim sanatının önemli ismi  Kiefer'in sanat hayatına yönelik  yaptığım bir dizi araştırmalarla derlediğim yazıya geçebiliriz artık.  
“Benim özgeçmişim, Almanya’nın özgeçmişidir” diyen Kiefer’in eserlerindeki metafor yoğunluğu ve malzeme çeşitliliği arasında sıkı bir ilişki vardır. Sanatçının en çarpıcı işlerinden biri 1969 yılında yaptığı fotoğraflardan oluşan “İşgaller” isimli kitaptır.  
Kiefer, o dönem için, “İnsan, en büyük kötülükleri yapabilecek seviyede bir yaratıktır” ifadelerini kullanıyor. Kiefer'e göre gelişen insanlık kültürü, onun bu olumsuz yapısını ortadan kaldırmıyor. 
Kiefer, birçok farklı mekanda Nazi selamı verir halde fotoğraf çektirmiş ve bunları bir kitap haline getirmiştir.   
Fotoğraflar ilk kez 1975 yılında Almanya’da  ‘Interfunktionen’ isimli dergide yayınlandığında büyük tepki çekmiş, Kiefer sığ bir yorumla faşist olmakla suçlanmıştır. Yaptığı protest işler nedeniyle sanat ve akademik dünya kendisini adeta topa tutar. Oysa Alman sanatçı bu işi hakkında şöyle demektedir: 
“Kendimi Hitler’le özdeşleştirmiyorum. Fakat O’nun yaptıklarını ben de yapmalıyım ki, o çılgınlığı kavrayabileyim.” 
*Bu fotoğrafları gördüğümde bir an gözlerimin önüne; gezi eylemlerinin bir uzantısı olarak, Taksim Meydanında, üzerinde
Atatürk posteri ve Türk Bayrağı asılı olan AKM binasına karşı yönünü çevirmiş ve heykel gibi sessizce durarak eylem yapan 'duran adam' geldi. 
Bu eylem bir hayli destek görmüş, Ardından pek çok yerde protesto amaçlı uygulanır olmuştu. 'Duran adam', sessizce, slogan atmadan, yürüyüş yapmadan da tepki verilebileceğini göstermişti. 
2. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle 1960’lı yıllarda Alman entelektüellerinin en çok tartıştığı konulardan biri Alman milliyetçiliği olmuştur. Sol liberal kesim, Alman ulusunun geçmişte işlediği suçları kabullenmiş ve Alman ulusuna karşı sert bir eleştiriye başvurmuştu. Örneğin Karl Jaspers, Almanya’nın bölünmesinin Almanların işlediği suçlara karşı ödenmesi gereken bir kefaret olduğuna inandı ve Almanya’nın tarih boyunca bir daha, kesinlikle birleşmemesi gerektiğini savundu. Günther Grass da 1990 yılında gerçekleşen birleşmeye karşı eleştirel bir tutum takınarak büyük tepki topladı. Sağ kesimde yer alan entelektüeller ise geçmişi inkar etme yolunu benimsediler.. (*)
“Sanatın sorumluluk üstlenmesi ama sanat olmaktan da vazgeçmemesi gerektiğine inanıyorum.” diyen Kiefer’in kurşun levhalara olan düşkünlüğünden de söz etmek gerek. 
Paul Celan ve Ingeborg Bachmann’ın şiirlerine sık sık göndermeler yapan Kiefer eserlerini balçık, kül, kurşun, bez, saç, saman ve kurumuş bitkiler gibi basit malzemelerle üretir. ‘Nuremberg’ , ‘Meistersinger’, ‘Yaz Gecesi’ ,’Margarete’ , ‘Sulamith’ başlıklı resim dizilerinde Kiefer, malzeme olarak saman kullanır. 
Farklı materyallerle resimlere sembolik anlamlar yükleyen ressam. Alman kültürünün, Nazizmin, tarihin ve edebiyatın etkileri resimlerinde baskın şekilde görülür. Kiefer için sanatçı sorumluluk alarak daha büyük misyonlara hizmet etmeli ama bu uğurda sanatı bırakmamalıdır.  
(Görsel: Anselm Kiefer, Lasst Tausend Blumen Blühen, 2012) 
Celan ve Bachmann gibi şairlerin eserlerinden etkilenmesi resim diline lirik ve huzursuz bir ses getirdi. Alman tarihinin karanlık yüzü, mitoloji, felsefe, tarih, din ve mistisizmle hesaplaşan işler üreten Kiefer, bu kavramlarla sıkı bir yüzleşme içerisine girdi. Kavrulmuş ve harap olmuş manzaraları üretmek için boyayı katman katman kullanan sanatçı, bu yaklaşımla verdiği duyguyu derinleştiriyor.

Son yıllarda Alman kimliğini sorgulayıcı işlerden ziyade farklı konuları işlemeye başlayan sanatçının 1980’li yıllarda yaptığı samanlı manzara resimlerinde önceki manzaralarında olduğu gibi Almanya’ya özgü konular karşımıza çıkar. 80’li yıllarda Paul Celan’ın toplama kampları üzerine yazdığı “Ölüm Fügü” isimli şiirinden yola çıkarak yaptığı (bu defa ki resim okumalarıma konu olan yapıtı) “Margarete / Sulamith” başlıklı resimlerdir. (en üstteki görsel)

Paul Celan, Nazi toplama kamplarından kurtulan, fakat bütün ailesini kamplarda kaybeden Romen asıllı Yahudi bir şairdir. 1970 yılında 49 yaşında intihar eden Celan, ‘Ölüm Fügü’nde Nazi toplama kampında mezar kazma ve gömme işiyle uğraşan bir grup Yahudi’yi konu edindi. Margarete, Goethe’nin Faust’unda işlediği her günaha karşın Tanrı tarafından affedilen trajik kadın kahramanken Sulamith, Yahudi umudunun kadın sembolüdür. (**)

Kiefer’e göre Almanya, Yahudi vatandaşlarını yok ederek kendi uygarlığını zedeledi. Oysa Almanlar ve Yahudiler bir bütünün parçasıydı.
Margarethe 1981 Oil and bundles of straw on canvas 
Celan'in şiirlerinden esinlenerek yarattığı Margarete ve Sulamith temalı resimlerde; Alman Margarete'in altın sarısı saçları samandan, Yahudi Sulamith'in ise kömürdendir. Toplama kamplarının fırınlarında Yahudiler yakılmakta, saçları küle dönüşmekte. Buna karşın ideal Alman kadınının sarı saçları samandır ve saman kolayca yanıp küle dönüşebilecek bir maddedir. İki kadın, aslında tek kadının ikiye ayrılmış hali gibidir. 
Kiefer, bu resim dizilerinde kompozisyon yazıyı da kullanır. Sulamith resimlerinde “Dein aschenes Haar Sulamith” (Senin Kül Olmuş Saçların Sulamith) ibaresi varken, Margarete resimlerinde “Dein Goldenes Haar Margarete” (Senin Altın Saçların Margarethe) yazısı görülmektedir. 
Bu çalışmayı şu şekilde de okumak mümkündür. Saman zamanla yok olup yitip bitecekken, kömür kalıcıdır. Böylece Kiefer tarihi, Yahudi Soykırımını tuval üzerinde terse çevirmiştir.

Orhan Pamuk’un ; “Kiefer’in ‘kitaplarından’ diğer resimlerine yayılan şey işte bu kitabi dokudur. Sanki bu büyük ressam; dağları, Alman ovalarını, ormanları, Alman efsanelerini ya da unutulmuş eski demiryolu hatlarını ve yolları biz onları kitap gibi okuyalım diye resmetmektedir. Kiefer’in kitaplarından resimlerine, dışarıya bir ışık gibi yayılan edebi doku böylece, sanki onun resimlerinde gördüğümüz her şeyi okunur kılar. Resimdeki ağaçlara, demiryolu hattına, dağlara bir metne bakar gibi bakarız: Resmin sırrı az sonra biz şu enerjik, hareketli, şaşırtıcı yüzeyi okurken çıkacaktır ortaya ama resmi okumak o kadar da kolay bir şey değildir.” tespitleri son derece yerindedir. 
Genelde karanlığın hakim olduğu depresif çalışmalarda, sanatçının geçmişle kurduğu bağ ile evrene bakışındaki sonsuz ve kuvvetli hayal gücü yapıtlarının en belirgin özelliğidir. Anselm Kiefer’in  resimleri anlaşılması zor, karmaşık ve çetrefilli gibi görünse de,  resimlerin üzerindeki yazıları ve işaretleri okuduğunuzda onun kelimeler ile imgeler ve metin ile resim arasında süregelen geriliminin Kiefer’in eserinin temel gücünü oluşturduğunu söyleyebiliriz.  
* * * * * * *  
Otorite, rekabet, üstünlük hissi ve bitip tükenmeyen iktidar savaşları… diktatör ve faşist rejimlerin ‘mazlum’ halklar üzerindeki büyük yıkımları sonunda parçalanıp, bölünmeler ve ötekileştirilen insanların, yüzyıllarca üzerinden atamayacakları o içsel tahribatın hesabını kim verecek? Tüm bunlar,  demokrasi adına mı yapılmıştı? Yoksa daha çağdaş bir dünya adına mı?. Paylaşılamayan da neydi!. Bu koskoca evren kime dar geldi de, yetmedi!. kim diğerinden daha farklıydı kim!..  
Bugün de yine bombalar atılmakta masum  halkların üzerine... Yine kıyımlar, harabeye dönmüş evler, sokaklar, kentler!..oradan oraya savrulan, evsiz, barksız insanlar var!. Yitirilen yaşamların, kimliksiz bırakılan insanların o içlerindeki derin yaraları, boşlukları nasıl doldurulur!. Onca savaşların, yıkımların, yaşanılan acıların ardından, insanoğlu, gereken dersi hâlâ alamamış ve vahşi kapitalizmin çarklarına sıkışıp kalmış ise, bir kez daha sorgulamalıdır, o medeniyet denen tek dişi kalmış canavarı!.
İşte dünyamızda bütün bu olup bitenler yaşanırken, bu acıların, bu savruluşların, fırtınaların içinden muazzam bir sanat doğar!. Canavarın elinde silahlar, bombalar, tanklar varken, sanatçının elinde ise duyguların, düşüncelerin en güzel birer ifadesi olan enstrümanları; şiirleri, şarkıları, resimleri vardır.. heykelleri, fotoğrafları vardır. Mizah güldürürken düşündürür, görsel sanatları izlerken, yaşanmış ve yaşanacak olan hayatlar sergilenir gözlerimizin önünde... hayaller içinde daha da büyür dünyamız. Uzak diyarlara gitmek özlemi, renkli kültürlerle tanışmak, tarihiyle, insanıyla, geleneksel dokusuyla birlikte olmak duygusu mutluluk hissi verir insana. Sınırları kaldırır ortadan. Sanat, sevdirir, birleştirir ve çoğaltır hayatları. İnsanı daha bir insan kılar, yaşamı ise daha bir anlamlı.. Zaten sanat da bunun için değil midir ki!.. 
Sevgiyle ve hoşgörüyle dolu...
Daha insanca ve daha yaşanabilir bir dünyada ve sanatla hep var olmak dileklerimizle... 
Esin Bozdemir
Anselm Kiefer Eserleri burada -  Saatchi Gallery -  Üstteki  Görsel: buradan  -Yardımcı Kaynak(*), (**) Tempo Sanat Özel Sayı: 2013/01

4 yorum:

  1. Sanatçı,sanatını sımsıkı tutunmuş;diğer sanatları,ilimleri de algılayarak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanat bunun için var!. Sanatçı 'gerçek bir sanatçı' ise
      algıdaki seçiciliği ile sanatının da hakkını verir..

      Sil
  2. Sanatçıların olan biteni duyumsama biçimleri normal insanlardan çok daha farklı kesinlikle.
    Kiefer'in 2. Dünya savaşı bitiminde bir enkazın üzerine doğması etken. Dünyanın en kanlı diktatörünün yönettiği ve mensubu olduğu toplumu anlamak adına gerçekleştirdiği yargılayıp sorgulama biçimi çok farklı olmuş bu nedenle, hatta şaşırtıcı. Faşist damgası yiyip dışlanmış. Oysa anafikir çok açık: ''Almanlar ve Yahudiler bir bütünün parçasıydı.''
    Sanat, sanatçı, toplum üçlemesine dair etkileyici ve sıra dışı örneklerden biriydi.
    Şu koskoca dünyada hepimize yer varken halen paylaşılamayan nedir sahi?
    Anlamak öyle zor ki...
    Daha insanca ve yaşanabilir bir dünyada, hoşgörü ve sanatın tüm insanlığa rehber olması dileğiyle..
    Teşekkürler, sevgiler Esinciğim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Zeugma,
      Sanatçı savaş ortamında dünyaya gelmiş...öyle olduğu halde toplumu tarumar eden ve işkenceleriyle yaşadığı çağa derin yarıklar bırakan faşist bir diktatörün halklar üzerindeki etkisine dikkat çekmek istemiş ve bu yüzden pek çok arenada Hitler'in selamını vermiştir. Muhalif bakışlar sadece bizim gibi az gelişmiş, gelişememiş toplumlarda değil, en çağdaş zannedilen ülke yönetimlerince de hep dışlanmıştır. Ama bu sanatçının yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Senin de belirttiğin gibi sanatçı, "Almanlar ve Yahudiler bir bütünün parçasıydı." derken, toplumu ikiye (parçalara) ayıran, bölünmenin karşısında durmuş...

      Yine kaynıyor dünyamız, yine savaşlar konuşuluyor, bombalar patlıyor, insanlar çocuklar, yaşlılar ölüyor!. Sebep olan hep insan!. insanın doymak bilmeyen ihtirasları!..oysa bu koskoca dünya hepimiz yeter!..gerçekten anlamak mümkün değil, bu gidişata, ne dağ, ne taş dayanır, hiç bir enerji yetmez!..erozyonlar, küresel ısınmalar derken..dünyanın bütün dengesi daha da bozulacak!!.. ve dünyamız hızlı bir şekilde bizi terk edecek!.. :((

      Değerli yorumun için ben teşekkür ederim Zeugmacığım..
      Temennilerine yürekten katılıyorum. Daha yaşanabilir bir dünya özlemi ile...
      Sevgilerimle Zeugmacığım...

      Sil